Pages

25 Ocak 2024 Perşembe

Sınav



Henüz daha çocuktum,
çözerdim bu muammayı gözüm kapalı 
ahşap bir karanlığın kireçli gölgesinde;
dağıtırdım tenhaları uğursuz
öyle ki her fersiz ateşe açık bir yara düşe.

Tantum ergo erratum,
uyurgezer çelebilerdik boynumuz bükük
gecenin içinden akan ışıklar cebimizde.
Dolmadı sinemizin cevabı şöyle bir
hilebaz soluğumuz yetsin şu şıksız yürüyüşe.

24 Ocak 2024
Vancouver

9 Ocak 2024 Salı

biten bayramlar üzerine
























Yok mu soğuk çayırların bir allahı
Varmış elbet, ismi yarın
Bayramları o bitirir
Baharları o gömer bağrına
Çözer senelerin dizlerini yılgın
Hercümerç eder kurşunî kış göğünü
Bağlayıp kanatlarına aç kuzgunların

Var mı kayıp kedilerin bir resulü
Yok dediler, buldum, ismi çıvgın
Ne cama vuruşunu bilirler, ne ötüşünü
Ah aptal adamlar, ah aptal kadınlar
Yazgısına meftunlar eşiğin
Ne yumabilirler gözlerini
Ne diyebilirler kalkın

Dini hangisi dillerini bilmediğin mevsimlerin
Kimin takvimleri bu göller, bu mağaralar, yılan derileri
Bozuk bir saatin nedir kerameti
Yağmurlar dindi
Uyudu kıpkızıl evhamlar
Bayramlar bitti

Vancouver

8 Ocak 2024

7 Şubat 2023 Salı

defter

Her çocuğun defterinde
Bir çok sayfası olmayan
Bir çok güzel virgül vardır (*)

Virgüller kartal gagası
Virgüller kancalı
Kancalarda kuru elmalar asılı

Hiçbir acıması olmadan
Emmiş elmaların ruhunu
Zaman denen obur
Eti yok artık
Suyu yok
Kurdu bile kuru
Kırışık bir kabuk kalmış geride
Ölü köpek rengi
Bir tiranın abus çehresi sanki
Uğursuz, karanlık, çopur

Defterler vardır
Birçok sayfası olmayan
Defterler nice
Ve hesaplar vardır
Yıkık kentlerin meydanlarında
Elma yiyen çocuğun defterinde
Güzel virgüllü, ince

Gün gelir o da tartar elmaları
Tarih marka bozuk bir terazide

07.02.2023
Ankara

(*) Ülkü Tamer, "Kıştan Üşüyen Virgül"

8 Kasım 2021 Pazartesi

peyman


neyle ölçmeli bu zamanı, neyle
söndürdüğüm leş kokulu keşiş mumları elimde

mesela bir gece bekçisinin şamdanları titreten düdüğüyle
bilge solucan halkaları,
bozacı bakraçlarının fermente sesi,
elibelindeli sofra bezleriyle
an... an… an…
neşteriyle bir cerrahın belki de
karanlık mağara ağızlarını yaran

üzülemiyorsak ölüp gidenlere
yayları bozuk bir karyolaysa yaşam
sultan papağanları tünüyorsa keskin ayaklarına
iğneli bir fıçıysa bugün, yarın
öfkeler ne eksik ne tamam
kan… kan… kan…
oysa kan tutmaz zamanı, biz biliriz
sonsuz ilhamı bir körduman

ergen burunlu bir yalnızlıkla mı ölçmeli böyle
yoksa bir iç denizle mi, pişmiş topraktan sızan
hep bıçaksırtı cenaze namazları
gölgesi geçmişinden uzun bileytaşlarında kılınan
tanrı biliyor
miraçsız peygamberlere hakkımız ne helal ne haram

neyle ölçmeli bu zamanı, neyle
bukağımız sabaha uzanır mı, söyle


8 kasım 2021
Ankara

16 Şubat 2021 Salı

övgü

kadıncığımla sevişirken
destursuz kuru ölüler daldı rüyalarıma
dağılmasın diye tüm tespih taneleri
kitlemiştim gece kapılarını oysa.
ovmuştum ağrıyan başımı tuzlu sularla.
ya sabır, kocakarı ilaçları koklamıştım, ya selamet!

- ya sonra? 

sonra, bindim;
hasis bir salyangoz sırtında gezdim
bir nebze eksildim, evet,
ama yüzüne ışık vuran putlar diktim
sermedî çingene çiçeklerini ezdim.
hayal et!

biz,
gövdesi soyulmuş, 
buhurdan yolcusu
bir kâfur ağacında asılı
tel kafes mahpusları

biz, 
cübbesine yorgan iğnesiyle 
kakule taneleri diken
baştan savma
ilenç okyanusları

biz,
ne rehin ne misafiriz
gözümüzde parlak bir leke
bekleriz, bukağımız çözülsün
topal kısraklar yine koşsun diye

takılmadan tespih tanelerine

16 şubat 2021
ankara

11 Ocak 2018 Perşembe

sabaha


yağmur bastırdı birden
böldü geceyi ikiye
çıngıraklı karanlığı, uluyan köpekleri
çöp kamyonlarını böldü
paslı ağzı gibi günahkar bir uçurumun
yarıldı şehrin yıldızsız göğü
yuttu dehşetli bir çığlıkla
başıboş ambulansları,
mızıkçı sokak lambalarını,
uyuyan serçeleri

yağmur bastırdı birden
saçaklara sığınan bir hıçkırık
söktü şirazesini kuytu ömrümüzün
söndürdü ateşini şimdiye duyulan özlemin
oysa deniz suyuyla beslenen bir acıymış bu
öyle diyor bilmiş bir seferi
derken ibrişimli düşleri çözüldü yarının
açıldı şehrin erselik gözleri

yağmur bastırdı birden
ölü bir yılan derisini andıran asfalttan
yıkadı hüzzam kınasını sokakların
bir fener ustası "bitti" dediyse de
- gördüm, bitti
sarhoş bir sandalcı hükmü verdi
nicedir güneşle aydınlanmayan gece
işte böyle bir yağmurla dindi

                                  11 Ocak 2018
                                  Ankara

8 Kasım 2017 Çarşamba

yitik

Bir şehri sevdim ki ne sevmek
Takma adlı, tahta burunlu, karnı tok
Bronz süvarisinin peşinden
Düştüm yollara evecen ama ne düşmek
Soranım olsa, tutanım yok

Şehir, ah hilebaz şehir
Kedileri hüzünde mahir
Bırakıverdin asırlık acıları omzuma
aciz, avare, rütbesiz
Gırtlağımda sessiz çığlıkların yırtığı
Koltuğumda eksik bir cihannüma
Git dedin git
Kasım soğuğunda donmuş
Petrograd'ın hazin kuşlarına

12 Ekim 2017 Perşembe

pare

dikkat dikkat burası ankara
karanlıklara uyan karanlıklara
ölü bedenleri
lâl dilleri
biten bir yaz
    firari ağustos böcekleri
anlat, anlat bana sahte peygamberleri

dikkat dikkat burası ankara
kör bir bıçakla kanırtılan açık yara
kırık bir abaküsle yapılan hesap
kaçırılan son dönme dolap
eşiği aşılmaz
    kara kaplı bir kitap
cellat, cellat içimdeki bu girdap

dikkat dikkat burası ankara
yaygara, galibi olmayan bir münazara
acı soğuğu
dil tutukluğu
geçkin bir canbaz
   hazan, müfrat çocukluğu
milat, milat gözlerindeki donuk buğu

dikkat dikkat burası ankara
kent değil sanki ağu
çürüyen bir ağaç kabuğu

2 Temmuz 2017 Pazar

yurt

Kovuldum,
nefyedildim belki
neslimle, nefesimle beraber.
Yahut tard ettiler
hasımlarımı, hısımlarımı, beni.
Kim bilir hiç asil değildi belki de
kaçtım, bir çömlekten sızan islim misali.

Şimdi bir yurt bulmalıyım, bir adres
Kaybolmuşken suya gömülen bir ay gibi
-- acemi, şaşkın, abes --
Çığırtkan alıcı kuşlardan,
rüzgar güllerinden,
doymayan kabirlerden uzak.

Bir yurt bul bana, bir ses
geçkin bir hevesten müesses.


                                  2 Temmuz 2017

10 Ekim 2016 Pazartesi

mektep

Efe'ye 

Hep uzak kentlere adanmış dost sohbetleri
Biri daha soğuk, biri yağmurlu
Kimi ıssız bir yaldızlı kutu
Kimisi bir ada kendi halinde, denizlerle hallihamur
Kiminin yamyamları,
kiminin geyik böcekleri meşhur...


Uzak kentler, saklı derbentler
Bahçeleriniz halayık otları, nar, ıhlamur
Sonra devrik putlarımız, yirmili yaşlarımız
Hepsi o bahçelerde unuttuğumuz bir mezmur
Sonra zeytin gölgesinde pinekleyen
şu çöpten çelebi,
bıyıkları sarkık,
paçaları çamur
Kulağımıza fısıldar durur
Biz ne vakit unutsak gurbeti


Can havliyle açılır düşten şaraplar
Çalar kapımızı mavi bir harabi
Akar aramızdan uzak yaşlar
Acemi bir kuyruklu yıldız gibi
paslı aynalara çarparak ilerler
Kurşunlar birikir genzimizde
Onlar avare, külhani, deli
Biz yaralı atlasların sır katibi


Ah uzak kentler, saklı derbentler
Bahçeleriniz birer hüzün mektebi


10 Ekim 2016

23 Ocak 2016 Cumartesi

sıyah-ı matem

Ocak 2014 - İstanbul
yalıyor bu dergâhı bad-ı semûm
bir ölünün âkıs nefesi gibi
ölüm ki kaç senedir peşimde
istikbalin tek sahibi

bir âsıfat ki esti, yaktı
gözlerim artık kör
nankör bir hizab gibi yıktı
bak, âti denen enkazı gör

bu harabezarda çok gezen oldu
lâkin bulamaz kimse yolu
çok sürünen gördük de idbâr
kabrine yuvarlanır insanoğlu

23 Ocak 2016 
Ankara

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Bu Blogda Ara

Categories

Popular Posts

Blogger templates

Sınav

Henüz daha çocuktum, çözerdim bu muammayı gözüm kapalı  ahşap bir karanlığın kireçli gölgesinde; dağıtırdım tenhaları uğursuz öyle ki her fe...